25/05/2013
2010
DÜNYA KUPASI VE TAKIM OYUNU
Eskiden futbol yazıları yazardım ama bu bir
futbol yazısı olmayacak maalesef. Futbol üzerinden hayat felsefesi ve sosyoloji
yapacağız biraz. Dünya futbol turnuvasını düzenli izleyemedim zaten. Ama önemli
maçlara baktım. Kaçırdığım tek önemli maç Almanya’nın İngiltere’yi elediği maç
oldu.
2010 dünya kupasının sonunda İspanya, Hollanda
ve Almanya’n
ın kalması bize neyi
gösteriyor olabir? Oysa çok daha karizmatik, çok daha bireysel başarılara sahip
takımlar ve daha efsanevi takımlar vardı bu turnuvada. Gana’nın kılpayı ve
tesadüfen penaltılarda mı elendiğini düşünüyoruz acaba? Gana karizmatik bir
takımdı. Takım oyunu oynayamıyordu ve kazanmaya kilitlenmemişti. Brezilya ve
Arjantin’in efsanevi ve karizmatik oyuncuları, Maradona’sı ne oldu peki? Zevk
verdiler, ama takım oyunu oynamayarak kaybettiler ve hayranlarını hayal
kırıklığına uğrattılar. Almanya sonuna kadar takım oyunuyla geldi. İngiltere ve
Arjantin gibi iki devi, takım oyunuyla eledi. Dikkat çekmek istediğim iki şey
var. Takım oyunu ve kendine inanmak. Yarı finalde, Almanya ve İspanya maçına
ilk göz attığımda, henüz maça bir dakika süreyle bakmadan ‘’yahu bu Almanya
niye oynamıyor ki’’ dediğimi hatırlıyorum. Almanya İspanya’nın adından
korkmuştu ve kendine inancı zayıftı. İnanç olmayınca büyük gayret insana eziyet
verir. Çok zorlandı, çok çalıştı, inançsızlıkla, İspanya’nın ekip çalışmasına
cevap veremedi ve son anda elendi. İspanya hem iddialı idi, hem de takım oyunundan
taviz vermedi. Futbolda ve hayatta başarının en önemli iki unsuru olan inanma
ve azimle kazandı. İspanya - Almanya yarı finali ile, İspanya - Hollanda
finali, hem oyun kalitesi, hem takımların psikolojileri hem de sonuç olarak
birbirinin tekrarı iki maç gibiydi. Sadece birinde Almanya ve Hollanda yer
değiştirmişti.
Takım oyunu ve inanç. Futbol sadece futbol değildir. Bir oyundan ibarettir ve
hayata dair çok şey barındırır. Bir oyundur, ama modern bir oyundur. Eskiden
boks ve güreş gibi bireysel sporlar ön planda idi. Şimdi ise futbol gibi takım
oyunu ve ekip çalışması gerektiren sporlar revaçta. Her zaman diliminin bir
ruhu vardır. Başarı için zamanın ruhu bize ekip çalışmasını ve kollektif
hareket etmeyi işaret ediyor. Çevremizdeki Pegeout fabrikasını düşünelim. Bir
adam araba üretmeye kalksa, ve arabanın bütün parçalarını tek başına yapabilme
kabiliyeti olsa, şimdikinden daha kaliteli ve daha çok araba üretme imkanı olabilir
mi? Bireysel kahramanlıklar ortaçağda kaldı. Zaman ekip çalışması zamanı.
Bakınız şu yazı Mehmet ALTAN’ın bugünkü yazısından bir pasaj. ‘’
Pennsylvania’daki çiftlikte 2400 inek var... Sadece 47 kişi çalışmakta... Günde
70 ton süt üretilmekte... Bu bizim 20, 25 köyün ortalamasına eşit... Kalite
farkı da cabası... Yıllık net kar ise 11 milyon dolar... Türkiye ise hala her
aileye bir inek vererek ‘refah’ sağlama peşinde.
47 çalışan, 2 bin 400 inek ve yılda 11 milyon dolar net kar nerede, kırık dökük
evlerde bir iki inek ile yaşam savaşında ayakta kalma çabası nerede? Şöyle de
sorulabilir: ‘Dünyalaşma nedir, mezralaşma nedir?’’’
Modern dünyada, Amerika ve Avrupa’da, bireysel davranarak bir iş yapılamaz.
Ticari anlamda da yapılamaz, sosyolojik-kültürel anlamda da yapılamaz. Dev
araba firmaları birleşerek büyümeye gidiyorlar. Devletler, ittifaklar kurarak,
başka alternatif devletler topluluklarına karşı güç oluşturmaya çalışıyorlar.
Devletler içindeki sosyal gruplar örgütleniyor, sivil toplum kuruluşu çerçevesinde,
dernekleşiyorlar, sendikalaşıyorlar ki, içinde yaşadıkları devlet onları
görsün, onların farkına varsın ve ne istediklerine baksın. Devletler içindeki
farklı sosyal gruplar, o devlet içindeki haklarını örgütleşerek alıyorlar ve
kendilerini soysal kurumlar aracılığı ile ifade ediyorlar. Bireysel gayretler
böylesi bir sistemde sonuç vermiyor zira,,.
Şimdi, içinde yaşadığımız Fransa ve Fransa içindeki Türkler özeline gelecek
olursak; Türklerin Fransa’da yaklaşık 35 -40 yıllık bir mazisi var. Avrupa
ülkeleri içindeki Türklerin, Fransa’da örgütlenmesi, nüfusun azlığı sebebiyle
biraz gecikmiş. Fakat, çok şükür ki, bugün sosyal örgütlenme ve kurumsallaşma
kısmen tamamlanmış durumdadır. Ditib dernekleri, Türk Federasyonları ve Milli
Görüş dernekleşme sürecini tamamlayarak Fransız sosyal hayatında yerini almış
durumdalar. Ancak Fransa’da yaşadığımız ve gözlemlediğimiz en önemli sorun, bu
derneklere katılımın belli ve sınırlı düzeyde olması. Hiçbir dernekle ilgisi ve
katılımı olmayan Türk ailelerinin sayısı, derneklere katılan ailelerin
sayısından daha fazla olduğu kanaatindeyiz. Bu ilgisizlik, bu katılmama, destek
vermeme, sözünü ettiğimiz derneklerin elini zayıflatmakta ve istenilen hedefe
ulaşmada, çalışmaları akim bırakmaktadır. Bizim arzumuz doğal olarak, bütün
Türk ailelerinin mutlaka bir derneğe, bir sosyal kuruma katılması, ve
Türkler’in ortak çalışmasına omuz vermesidir. Hatta bir aile bütün kuruluşlarla
irtibat halinde olabilir ve hepsine maddi-manevi destek olabilir. Zaten bu
organisazyonlardaki ayrılık, ,izafidir. Bunların hepsi Müslüman olmak ve Türk
vatandaşı olmak ortak noktasından hareketle aynı hedef için çalışan fakat
farklı yöntemler uygulayan kuruluşlardır. Yöntemler farklıdır. Hedef aynıdır.
Hedef nedir peki? Türkler’in sosyal haklarını kazanması. İbadet mekanları
edinme ve yaşatma, sosyal tesisler kazanma, çocuklara dini eğitim. Ama bu
hedefler daha da genişletilmelidir. Ne olabilir mesela? Türklere ait düğün
salonları, eğlence merkezleri, spor merkezleri, Türk okulu, kurban kesme
noktaları gibi daha uzak ve zor hedefler göze kestirilebilmeli ve bunu için
geniş katılımın olması gerekmektedir.
Atalarımız , ‘’ bir elin nesi var, iki elin sesi var’’ demişler. Toplu hareket
edebilirsek, ancak ses getirebilir, ancak iş üretebiliriz. Peygamber efendimiz
de ‘’üç kişi bir araya gelince bu üç kişi bir cemaattir’’ buyurmuşlardır. Biz
Fransa’da 600 bin Türk’üz. Montbeliard bölgesinde ise 7-8 bin Türk’ten
bahsedilmektedir. Burada çok ciddi bir potansiyele sahip olmamıza rağmen,
henüz, ciddi, ses getirecek bir cemaat halinde değiliz. Burada cemaatten
kastımız cami cemaati değil, sosyal bir sınıftır. Sayımız 1 milyon da olsa,
ortak hareket etme ve kurumsallaşma olmadıkça bir cemaat olamayız ve
Türklüğümüzü, Müslümanlığımızı kaybederiz.
Kendimize inanalım ve takım oyunu oynayalım ves-selam.
ARİF KARABACAK