• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis
EBU ZERR EL-ĞIFARÎ "ASHABIM GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİDİR,KİM ONLARIN İZİNDEN GİDERSE, KURTULUŞA ERMİŞTİR" (H.Ş.) Her hafta bir sahabinin hayatını konu alıyoruz

EBU ZERR EL-ĞIFARÎ

 

«Yer, Ebu Zerr'den daha doğru hiçbir kimseyi taşımamış, gök onun gibi hiçbir kimseyi gölgelememiştir».

Mekke'yi dış dünyaya bağlayan «Veddan» vadisinde «Gıfar» kabî-lesi oturuyordu.

Gıfar kabilesi Şam'a gidip gelerek Kureyş'in ticaret işleriyle uğ­raşan kafilelerin kendilerine verdiği basit şeylerle geçimini sağlıyordu.

Bazı zamanlarda da bu kafilelerin yolunu keserek geçimini sağlı­yordu. Çünkü onlar, kendilerini memnun edecek şeyleri vermiyorlardı.

Künyesi Ebu Zerr olan «Cündüb İbn Cünade» Gıfar kabilesinden birisiydi. Fakat onun, yürekliliği, olgunluğu ve uzak görüşlüİüğüyle on­lardan farklı bir durumu vardı.

Hatta, kavminin Allah'a inanmayıp putlara tapması onun canını çok sıkıyordu. Arapiarda gördüğü din bozukluğu ve inanılan şeylerin hiç değerinde olması onun hoşuna gitmiyordu. Bu sebeble o, insan­ların akıl ve gönüllerini dolduracak, onları karanlıklardan aydınlığa çı­karacak yeni bir peygamberin gelmesini bekliyordu.

Bir müddet sonra -köyündeyken- Mekke'de ortaya çıkan yeni pey­gamberle ilgili haberler Ebu Zerr'e de ulaştı. Kardeşi Enîs'e :

«— Sen Mekke'ye git, peygamber olduğunu ve kendisine gökten vahiy geldiğini söyleyen o adamla ilgili haberleri araştır ve konuşma-larından bir miktar dinle ve bu konuda bana bilgi getir», dedi.

Enîs Mekke'ye gitti. Rasûlüllah'la (s.a.v.) görüşüp onun konuşma­sını dinledi ve köye döndü. Ebû Zerr üzgün bir şekilde onu karşılayıp yeni peygamberle ilgili haberleri merakla sordu. O da :

«— Ben ahlâkın en güzeline davet eden, şiirle ilgisi olmayan söz­ler söyleyen bir adam gördüm».

Ebu Zerr :

«— Ya insanlar onun hakkında ne diyorlar?»

Enîs : «İnsanlar, o büyücü, kâhin ve şairdir, diyorlar».

Ebu Zerr :

«—Vallahi, sen benim susuzluğumu gideremedin, benim derdime derman olamadın. Sen benim çoluk çocuğuma bakabilir misin? Ben de gider onun durumunu incelerim».

Enîs :

«—Tamam ama Mekke halkından sakın!»

Ebu Zerr kendine yol azığı hazırlayıp yanına bir de küçük su tu­lumu aldı. Ertesi gün, peygamberle görüşmek ve onunla ilgili haber­leri bizzat kendisi araştırmak üzere Mekke'ye doğru yola koyuldu.

Ebu Zerr, Mekkelilerden korktuğunu belli etmeden heyecanlı bir şekilde Mekke'ye vardı.

Kureyş'in tanrılarına olan kızgınlıkları ve Muhammed'e (s.a.v.) ta­bi olmayı düşünen herkesi cezalandıracaklarına dair haberler de ona ulaşmıştı. Onun için hiçbir kimseye Muhammed'i (s.a.v.) sormayı uy­gun görmedi. Çünkü o, soracağı kimsenin Muhammed'in (s.a.v.) taraf­tarı mı yoksa düşmanı mı olduğunu bilmiyordu.

Gece olunca, mescide girip yattı. Ali İbn Ebî Talib oraya geldi ve onun yabancı olduğunu anlayıp :

«— Gel, bize gidelim», dedi. Ebu Zerr onunla gidip geceyi orada geçirdi. Sabahleyin, su tulumunu ve azık çantasını alıp mescide geri döndü. Alî'yle hiçbir şey konuşmamışlardı.

Ebu Zerr, ikinci gününü de Hz. Peygamber'e (s.a.v.) kendini tanıt­madan geçirdi. Akşam olunca, mesciddeki yerine gitti. Hz. Ali yine onun yanına uğrayıp şöyle dedi :

«— Niçin mescidde yatıyorsun?» O gece de Ebu Zerr'i evine gö­türdü. Yine birbirleriyle hiç konuşmadılar.

Üçüncü gece, Alî ona :

«— Hâlâ, bana Mekke'ye gelme sebebini anlatmıyacak mısın?» dedi. -

Ebu Zerr:

«— Beni, aradığım şeye götüreceğine söz verirsen, sana Mekke'ye gelmemin sebebini anlatırım».

Ali'den söz alınca Ebu Zerr şöyle konuştu :

«— Ben Mekke'ye yeni peygamberle tanışmak ve anlattıklarından bir miktar dinlemek üzere uzak yerden geldim».

Hz. Ali'nin yüzünde bir memnuniyet ifadesi beiirip şöyle cevap verdi :

«~ Vallahi o, gerçekten Allah'ın Rasûlü'dür. O... O... Sabah olun­ca, nereye gidersem beni takip et, eğer senin için tehlikeli birşey se­zersem, sanki su döküyormuş gibi dururum. Şayet yoluma devam eder­sem, gireceğim yere kadar beni takip et».

Gece boyunca Ebu Zerr, Peygamber'! görmek ve ona vahyedi-lenden bir miktar dinlemek heyecanıyla yatağında duramadı. Sabahleyin -îz. Ali misafirini Rasûlüllah'm (s.a.v.) evine götürmek üzere arkası­na düşürdü. Ebu Zerr sağına soluna hiç bakmıyordu. Nihayet Hz. Pey-gamber'in (s.a.v.) huzuruna girdiler.

Ebu Zerr :

«— es-Selâmu aieyke (Selâm senin üzerine olsun) ey Allah'ın RasûlüN

Rasûlüllah (s.a.v.) :

«— Ve aieyke selâmullahi ve rahmetuhu ve berakâtuhu (Allah'ın selâmı rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun).» Böylece Rasûlül-lah'a (s.a.v.) İslâmî selâmı ilk defa veren Ebû Zerr olmuştur. Bu şekil­de selâm verip alma bundan sonra yaygınlaşmıştır.

Rasûlüllah (s.a.v.), İslâm'a davet etmek ve kendisine Kur'ân oku­mak üzere yerinden kalkıp Ebu Zerr'in yanına geldi. O da hemen kelime- i şeha'deti getirdi. Böylece o, daha bulunduğu yerden ayrılmadan yeni dîne girmiş oldu. İslâm'a giren ya dördüncü ya da beşinci kişiydi.

Hikâyesinin geri kalanını bize bizzat kendisinin anlatması için sözü Ebû Zerr'e bırakalım :

«Bundan sonra, Rasûlüllah'la (s.a.v.) birlikte Mekke'de kaldım. O, bana İslâm'ı öğretti ve Kur'ân'dan biraz okutturdu. Bana şunu da söyledi :

«— İslâm'a girdiğini Mekke'de hiçbir kimseye söyleme, çünkü on­ların seni öldürmelerinden korkuyorum». Ben de şöyle cevap verdim : «— Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki ben mescide gelip Kureyş'in ortasında hak davetini haykırıncaya kadar Mekke'den ayrıl­mam» Rasûlüllah (s.a.v) bu sözüme cevap vermedi.

Kureyşliler oturmuş, birbirleriyle konuşurken mescide geldim. Ortalarında durup sesimin çıktığı kadar şöyle haykırdım :

«— Ey Kureyş topluluğu! Ben, Allah'tan başka tanrı olmadığına ve Muhammed'in (s.a.v.) Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet ediyorum».

Onlar, söylediklerimi duyar duymaz hepsi ürperip yerlerinden fır­ladılar ve şöyle dediler :

«— Koşun şu dîninden dönene!» Yanıma gelip beni öldüresiye dövmeye başladılar. Peygamberin (s.a.v.) amcası Abbas îbn Abdilmut-talib yetişip ellerinden kurtarmak için üzerime kapandı. Sonra onlara şöyle dedi :

«— Yazıklar olsun size! Ticaret kafilelerinizin yolları ellerinde olan Gıfar kabilesine mensup birisini mi öldüreceksiniz». Bunun üzeri­ne beni serbest bıraktılar. Kendime gelince, Rasûlüllah'm £s.a.v.) ya­nına gittim.

Beni o halde görünce :

«— Sana, İslâm'a girdiğini kimseye söyleme demedim mi?» dedi. Ben de :

«— Ya Rasûiallah! Buna ihtiyacım vardı, yerine getirdim» dedim. Rasûiüllah (s.a.v.) bana şunları da söyledi :

«— Şimdi sen kavmine git, gördüğünü ve duyduğunu onlara haber ver. Onları Allah'a davet et. Belki Allah, seninle onlara fayda ve onların yüzünden de sana ecir verir. Davetimi açığa vurduğumu duydu-ğunda bana gel».

Oradan ayrılıp memleketime geldim. Beni kardeşim Enîs karşıladı; «— Ne yaptın?» diye sordu. Ben de :

«— İslâm'a girdim ve onun söylediklerini tasdik ettim» dedim. Çok geçmedi, Ailah onun kalbini de açtı :

«— Benîm senin, dinine nefretim yok. Ben de İslâm'a giriyorum ve onu tasdik ediyorum» dedi.

Daha sonra annemize gidip onu da İslâm'a davet ettik. O da :

«—Benim sizin dininize karşı bir nefretim yok, ben de müslüman oluyorum» dedi,

O günden itibaren bu mü'min aile bıkıp usanmadan Gıfar kabile­sini Allah'a davet ettiler. Bunun üzerine Ğıfarlı birçok kişi müslüman olup namaz kılmaya başladılar. Bîr kısmı da :

«— Biz eski dinimizde kalacağız. Peygamber Medine'ye gi­dince müsîüman olacağız» dediler. Onlar da Rasûlüllah (s.a.v.) Medi­ne'ye gidince müslüman oldular.

Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur :

«— Allah Ğifar'a mağfiret etmiş, Eslem'i de selâmette kılmıştır».

Ebu Zerr, Bedîr, Uhud ve Hendek savaşları geçinceye kadar köyün­de ikamet etti, sonra Medîne'ye gelip Rasûlüllah'ia (s.a.v.) beraber olmak istedi. Ona hizmet için izin istedi. Rasûlüllah (s.a.v.) da istediği izni ona verdi. Rasûiüllah'Ia (s.a.v.) birlikte olmaktan ve ona hizmet etmekten çok memnun oldu.

Rasûlüllah, (s.a.v.) onu başkalarına tercih eder ve ikramda bulu­nurdu. Her karşılaştığında onun elini sıkardı. Ona gülümser, karşılaş­tığı için memnuniyetini belirtirdi.

Rasûlüilah (s.a.v.) vefat edince, Ebu Zerr Efendisinden ayrı düşüp sohbetlerinden mahrum kaldı ve artık Medine-i Münevvere'de otur­mak ona zor geldi. Bunun üzerine Şam tarafına gitti. Hz. Ebu Bekir'le Ömer'in halifelikleri zamanında oralarda kaldı.

Hz. Osman'ın halifeliği sırasında Şam şehrine indi. Kendisinin daima çekinip garipsemesine rağmen, müslümanlarm dünyaya meyle­dip rahat ve konfora daldıklarını gördü. Hz. Osman onu Medîne'ye da­vet etti ve oraya geldi. Bir müddet sonra halkın dünyaya düşkünlüğüne canı sıkıldı. Halk da onun kırıcı söz ve tenkitlerinden hoşlanmadı. Bu­nun üzerine Hz. Osman onun Rabeze'ye gitmesini istedi. (Rabeze, Me-dîne'nin küçük bir köyüdür) ve oraya gitti. Halktan ve ellerindeki dün­ya malından uzak bir halde, Rasûlüllah (s.a.v.) ve iki arkadaşının (Hz. Ebu Bekr ve Ömer) yaptıkları gibi ahireti dünyaya tercih ederek orada ikamet etti.

Bir defasında yanına birisi gelmişti. O şahıs evin içinde göz gez­dirmeye başladı. Evde hiç eşya göremeyince :

«— Hani eşyalarınız Ebu Zerr!» dedi. Ebu Zerr şöyle cevap verdi :

«— Bizim ötede [Ahiretîe) bir evimiz var, eşyalarımızın iyisini oraya gönderiyoruz». O kişi, onun ne demek istediğini anlayıp şöyle cevap verdi :

«— Fakat bu evde (dünyada) yaşadığın müddetçe de sana bazı

şeyler lâzım». Ebu Zerr ise :

«— Fakat ev sahibi bizi bu evde bırakmıyor», dedi.

Şam emiri ona 300 dinarla birlikte şu haberi göndermişti

«— İhtiyacını karşılamak için gönderdiğim paralan kullan». Ebu Zerr de ona, parayla birlikte şu haberi gönderdi

«— Şam emîri kendince, benden daha düşük Allahhk bir kul bu­lamamış mı?»

Rasûlüllah'ın [s.a.v.), hakkında :

«— Yer Ebu Zerr'den daha doğru hiçbir kimseyi taşımarmş, gök de ondan başkasını gölgelememîştir» dediği bu abid ve zahid kişi hic­retin 32. senesinde vefat etmiştir.[2]

 

.www.camiye.com

  
1133 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın