• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis
ABDULLAH İBN UMMİ MEKTUM 'ASHABIM GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİDİR,(H.Ş.) Her hafta bir sahabinin hayatını konu alıyoruz.

Allah Teâlâ'nm hakkında daima okunan ve dünya var oldukça da okunacak 16 âyet indirdiği âmâ bir kişi».

Bu kimdir ki, Peygamber (s.a.v.), yedi kat semanın üstünden en ağır ve en acı bir şekilde azarlanmıştır. Kim bu şahıs ki, Cibrîl-j Emîn onun hakkında, Allah'ın katından Peygamber'in {s.a.v.) kalbine vahiy indirmiştir.

İşte bu, Rasûlüllah'ın {s.a.v.) müezzini Abdullah İbn Ummi Mek tum'dur.

Mekke'li ve Kureyş'ten olan Abdullah İbn Mektum, Rasûlüllah'la (s.a.v.) akraba idi. O, Müminlerin annesi Hatice Bint Huveylid'in dayı oğlu idî.

Babası Kays İbn Zaid, annesi ise Âtike Bint Abdillah'tir.

Abdullah İbn Ummi Mektum, Mekke'de nurun doğuşuna şahit ol­muş, Allah göğsünü îmana açmış ve İslâm'a ilk girenlerden olmuştur.

İbn Ummi Mektum, bütün sebat, kararlılık ve fedakârlığıyla Mek­ke'deki müslümantarm çilesini yaşamıştır...

Arkadaşları gibi, o da Kureyş'in eziyetlerine göğüs germiş ve on­ların yaptıklarını o da tatmıştır. Ama o, hiç sarsılmamış, gevşememiş, imânında da zayıflama olmamıştır. Ancak bunlar, onun Allah'ın dinine ve Kitabına olan bağlılığını, Allah'ın kanunu hakkındaki bilgi ve anlayı­şını ve Rasûlüllah'a (s.a.v.) olan sevgisini artırmıştır.

RasûiüİIah'tn (s.a.v.) Kureyş'in ileri gelenleriyle sık sık görüştüğü ve onların İslâm'a girmelerini çok istediği devrelerdeydi. O, bir gün Utbe İbn Rabîa, kardeşi Şeybe İbn Rabia, lâkabı Ebu Cehl olan Amr İbn Hişam, Umeyye İbn Halef ve Allah'ın kılıcı Halid'in babası Velîd İbn Muğire ile buluşmuş» onlara İslâm'ı telkin etmeye çalışıyordu. Böylece onları ya İslâm'a girerler ya da ashabına eziyet etmekten vazgeçerler zannediyordu.

İşte tam bu sırada, onun yanında Abdullah İbn-i Ummi Mektûm Allah'ın Kitabından bir ayeti okuyarak çikageldi.

«— Ya Rasûlallah! Allah'ın sana öğrettiğinden bana da öğret», dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) yüzünü çevirip suratını astı ve konuşmakta ol­duğu Kureyşlilere doğru döndü. İslâm'a girmelerini ve İslâm'a girer­lerse Allah'ın dininin kuvvetleneceğini ve onun Rasûlünün (s.a.v.) da­vetinin te'yidi olacağını ümit ettiği için onlara yöneldi.

Rasûlüllah'ın onlarla yaptığı konuşma sona erer ve evine dönme­ye niyet eder etmez, Allah bir müddet onun görme duygusunu aldı ve sanki birşeyin başına vurduğunu hissetti...

Daha sonra Allah şu âyetleri indirdi :

1. O (Peygamber) hoşlanmadı ve yüzünü çevirdi.

2. Kendisine o amâ geldi diye...

3. Onun halini sana hangi şey bildirdi? Belki o, (senden sormak­la cehalet kirinden) temizlenecekti.

4. Yahut öğüt alacaktı da, o öğüt kendisine fayda verecekti.

5. Amma (malı ile Allah'a) ihtiyâç göstermiyene gelince;

6. Sen, ona dönüp sözüne kulak veriyorsun.

7. Onun (İslâm'ı kabul etmeyip) temizlenmemesinden sana ne? (Sen ancak tebliğe memursun)

8. Amma sana koşarak gelen,

9. Allah'tan korkmuş iken,

10. Sen ondan yüz çeviriyorsun.

11. Hayır, (bir daha böyle yapma) çünkü o Kur'ân bir öğüttür.

12. Artık dileyen ondan öğüt alır.

13. O Kur'ân (Levh-î Mahfûz'da, Allah katında) çok şerefli sahifelerdir.

14. Ki (onların) kıymetleri yüksektir, tertemizdirler.

15. (Meleklerden ibaret) kâtiblerin elleri ile yazılmıştır.

16. Ki onlar, (Allah katında) kerîmdirler, itaatkârdırlar...»

Cebrail'in, Abdullah İbn Ummi Mektum hakkında Hz. Peygamberin (s.a.v.) kalbine indirdiği 16 ayet ki; indikleri andan bugüne kadar oku­na gelmiş ve Kıyâmet'e kadar da okunacaktır.

İşte o günden itibaren Rasûlüllah (s.a.v), Abdullah'ın evine ziya­rete gittiğinde onlara ikramda bulunur, o geldiğinde de ona yakın otu­rur, halini hatırını sorar ve ihtiyacını karşılar olmuştur.

Bunda şaşılacak birşey yoktur, çünkü onun yüzünden Rasûlüllah (s.a.v.) yedi kat semânın üstünden en şiddetli ve en sert bir şekilde azarlanmamış mıdır?

Kureyş, Rasûlüllah'a (s.a.v.) ve beraberindeki mü'minlere eziye­tini artırıp, onlar dayanamaz hale gelince, Allah müslümanların hicret etmesine müsaade etmişti. Abdullah İbn Ummi Mektum yurdunu en çabuk terkeden ve dînini en erken kurtaran olmuştu...

Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ashabı arasında Abdullah'la, Musa Umeyr Medîne'ye ilk gelenlerden olmuştu.

Abdullah İbn-i Ümmi Mektum Yesrîb'e varınca, arkadaşı Mus'â İbn-i Umeyr'le birlikte sık sık halkın arasına girip onlara Kur'an'i oku­maya ve Allah'ın dinini öğretmeye başladılar.

Rasûlüllah (s.a.v.) Medîne'ye gelince, Abdullah İbn-i Ummi Mek-tum'la, Bilâl İbn-i Rabah'i, hergün 5 kere Kelime-i Tevhîd'i yüksek ses­le okumak, insanları en hayırlı amele davet etmek ve onları felaha teşvik etmek üzere müslümanların müezzinleri yaptı.

Bilâl ezan okur, İbn-i Ummi Mektum ise kaamet getirirdi. Bazen de İbn Ummi Mektum ezan okur, Bilâl kaamet getirirdi.

Ramazan'da Bilâl'le İbn-i Ummi Mektum'un farklı bir durumları vardı : Medine'deki müslümanlar, birisinin ezanıyla sahura kalkıyorlar, diğerinin ezanıyla da oruca başlıyorlardı.

Bir gece Bilâl ezan okuyup halkı uyandırıyor, İbn-i Ummî Mektum ise fecri bekliyor ve bunda hiç şaşirmıyordu.

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) İbn-i Ummi Mektum'a şöyle bir ikramı daha vardır: Birisi Mekke'nin fethinden olmak üzere, on defadan faz­la Medine'den ayrıldıkları zaman yerine onu bırakmıştır.

Bedir gazvesinin sonlarında Allah, peygamberine mücâhidierin du­rumunu bildiren Kur'ân âyetlerini indirdi. Bu âyetlerde Allah, cihâd'a çıkması sebebiyle mücâhidleri cihâd'a katılmayanlara üstün tutuyor­du. Bu durum İbn-i Ummi Mektum'a te'sir etmiş ve böyle bir faziletten mahrum edilmek ona zor gelmişti. Bunun üzerine :

«— Ya Rasûlallah! Cihâda gücüm yetseydi cihâd ederdim», dedi. Daha sonra Allah'tan samimi bir kalple kendisi ve kendisi gibi özür­leri sebebiyle cihâd'a çıkamayanlar hakkında bir âyet indirilmesini is­tedi. Boynu bükük bir halde dua etmeye başladı :

«— Ya Rabbi! Benim mazeretimi kabul et... Ya Rabbi! Beni mazeretimi kabul et».

Aflah (c.c.) onun duasına icabet etmede acele etmedi... Rasûlüllah'ın [s.a.v.) vahiy kâtibi Zeyd İbn-i Sabit şöyle anlatmıştır:

«— Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanında idim, onu birden bire sekînet kapladı. Dizi, dizimin üzerine düştü. O anda, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) di­zinden daha ağır hiçbir şey görmedim. Sonra açılıp kendine gelince şöyle dedi :

«— Yaz Zeyd!» Ben de yazdım :

«— İnananlardan yerlerinde oturanlarla Allah yolunda cihad eden ler bir olmaz».

İbn-i Ummi Mektum kalkıp şöyle dedi :

«— Ya Rasûlallah! (s.a.v.) Cihada gücü yetmeyenin durumu na­sıldır?»

Sorusunu sorar sormaz, Rasûlüliah'ı (s.a.v.) yine sekînet kaplayıp dizi dizimin üzerine düştü. Önceki ağırlığını yine hissettim. Rasûlüüah (s.a.v.) açıldıktan sonra :

«— 2eyd! Yazdığını oku bakalım!» Okudum :

«— İnananlardan yerlerinde oturanlar bir olmaz...» Rasûlüllah (s.a.v.) ilâve etti :

«—'Yaz : «Özür sahipleri hariç...»

İbn-i Ummi Mektum'un istediği istisna nazil olmuştu.

Allah Tealâ Abdullah İbn-i Ummî Mektum ve emsalini cihâd'dan muaf tutmasına rağmen, onun coşkun gönlü oturanlarla kalmaya razı olmayıp Allah yolunda cihâd'a karar verdi.

Büyük nefisler ancak büyük işlerle tatmin olabilirlerdi.

O günden itibaren hiçbir gazadan geri kalmayı istemeyip vazifesi­nin savaş alanlarında olduğuna karar verdi. O şöyle diyordu :

«— Beni saflar arasında durdurunuz ve sancağı veriniz, onu sizin için taşıyıp muhafaza edeyim... Nasıl olsa, ben kaçmaya gücü olma­yan bir âmâyım».

Hicretin 14. yılında Ömer İbnu'l-Hattab, İranhlar'ın saltanatlarına son veren bir savaşa girmek istedi.

Yetkili memurlarına şöyle yazdı ;

«Silâhı, atı, yiğitliği veya görüşü olan herkesi bana gönderiniz, ace le ediniz».

Müslüman toplulukları Faruk'un çağrısına cevap vermeye ve her taraftan Medine'ye gelmeye başladılar. Bunların arasında görme du­yusundan mahrum olan mücâhid Abdullah !bn-i Mektum da vardı.

Faruk, büyük ordunun başına Sa'd İbn Ebî Vakkas'ı tayin etti. Ona bazı tavsiyelerde bulundu ve uğurladı.

Ordu Kadisiyye'ye vardığında, Abdullah İbn Ummi Mektum zırhını kuşandı ve diğer hazırlıklarını tamamlayıp meydana atıldı. Müslüman-^ ların sancağını taşımak, korumak veya onun önünde ölmek için ken­dini tehlikeye atmıştı.

Araplar fetihler tarihinin bir benzerine şahit olmadığı şekilde, zorlu ve sıkıntılı olarak üç gün savaştılar. Nihayet üçüncü gün kesin zafe­rin müslümanlara ait olduğu belli oldu. En büyük devletlerden birisi yıkılmış, en eski tahtlardan birisi de yok olmuştu...

Putçuluk toprağında tevhîd sancağı yükselmişti.

Bu kesrn zaferin bedeli yüzlerce şehid olmuştu.

Bu şehidlerin arasında Abdullah İbn-i Ummi Mektum da vardı... O, kanlar içinde müslümanların sancağını kucaklamış ve yere yıkılmış bir halde bulundu.

www.camiye.com

 

 

  
1217 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın