SÜRAKA ÎBN-İ MALİK 'ASHABIM GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİDİR,(H.Ş.) Her hafta bir sahabinin hayatını konu alıyoruz. "Suraka! Kisra'nm bileziklerini takındığın zaman kim bilir nasıl keyiflenirsin?" Kureyş kabilesi bir sabah korkuyla uyandı. Çünkü her yerde, Muhammed'in gece karanlığında gizlice Mekke'den ayrılmış olduğu haberi dolaşıyordu. Kureyş ileri gelenleri bu habere inanamadılar. Haşim oğullarının bütün evlerinde Peygamber'i aramaya koştular... Onu bütün arkadaşlarının evlerine sordular. Ebû Bekir'in evine geldiler. Kapıya Ebü Bekir'in kızı Esma çıktı. Ebû Cehil ona: «—Baban nerde kız?» dedi. «— Şu anda nerede olduğunu bilmiyorum» diye cevap verdi. Ebû Cehil elini kaldırıp çocuğun yüzüne bir tokat attı ve onun küpesi yere düştü. Kureyş ileri gelenleri Muhammed'in Mekke'den ayrıldığını öğrenince çılgına döndüler. Oradaki bütün iz sürenlere Muhammed'in gittiği yolu bulma görevi verip kendileri de onlarla birlikte Muhammed'i aramaya gittiler. Sevr mağarasına vardıklarında iz sürücüler: «— Adamınız bu mağaradan ileri geçmemiştir» dediler. Onlar, Kureyş'e söylediklerinde gerçekten yanılmıyorlardı. Çünkü Muhammed'le arkadaşı mağaranın içindeydi, Kureyş onların tepesinde durmaktaydı. Hatta Ebû Bekir gelenlerin ayaklarının mağaranın üstünde hareket ettiklerini görünce, gözleri yaşardı. Rasûlüllah [s.a.v.) ona, sevgi, merhamet ve sitem taşıyan bir şekilde baktı. Ebû Bekir es-Sıddîk şöyle fısıldadı: «— Vallahi, kendim için ağlamıyorum... Ancak sana bir kötülük gelmesinden korktuğum için ağlıyorum ya Rasûlallah!» Rasûlüllah {s.a.v.) ona rahat bir şekilde; «— Üzülme Ebû Bekir, Allah bizimledir» dedi. Allah, Ebû Bekir'in gönlüne bir rahatlık verdi ve gelenierin ayaklarırıa bakmaya başladı. Sonra şöyle dedi: «— Ya Rasûlallah! Birisi ayaklarının bastığı yere baksa bizi muhakkak görür». Rasûlüllah (s.a.v.) ona : «— Ebü Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne düşünürsün?!!» Bu arada Kureyş'ten birinin diğerlerine şöyle dediğini duydular. «— Gelin, mağaranın içine bakalım». Ümeyye ibn-i Halef alay ederek: «— Kapısına yuva yapan şu örümceği'görmedin mi?!! Muhammed'in doğumundan da eski» dedi. Ancak Ebû Cehil: «— Lât'la Uzza'ya yemin olsun, ben onun yakınımızda olduğunu, konuştuklarımızı duyduğunu ve yaptıklarımızı gördüğünü zannediyorum. Fakat onun büyüsü bizim gözlerimizi kapattı...» Ancak onlar, Muhammed'in durumunu öğrenmekten ve onu takib etmekten vazgeçmediler. Kureyş, Mekke'yle Medîne arasındaki yol boyunca sıralanmış kabileler arasında: Muhammed'i ölü veya diri getirene en iyilerinden yüz deve vereceğini açıkladı. Suraka ibn-i Malik, Mekke yakınındaki Kudeyd'de kabilesinin toplantı yerlerinden birindeydi. Kureyş habercilerinden biri, ansızın onların yanına girer ve ölü veya diri Muhammed'i getirene Kureyş'in koyduğu büyük mükâfat haberini duyurur. Yüz deveyi duyar duymaz, Suraka'nın iştahı kabarır ve şiddetle ona kavuşmayı arzu eder. Fakat kendini tutar ve başkalarının da iştahı kabarmasın diye hiçbir kelime konuşmaz. Suraka yerinden kalkmadan, toplantı yerine kendi kabilesinden bir adam girdi ve şöyle dedi: «— Şimdi ben üç kişiyle karşılaştım. Onların; Muhammed, Ebû Bekir ve kılavuzları olduğunu tahmin ediyorum» Suraka : «— Hayır, onlar falancalardır. Kaybettikleri develerini aramaya gitmişlerdi» dedi. Adam : «—Belki öyledir» deyip sustu. Suraka, dikkat çekmesin diye hemen kalkmayıp biraz daha oturdu. Toplantı yerindekiler başka bir söze dalınca, aralarından sıyrılıp hızla evine gitti. Cariyesine gizlice; kimse görmeden atım çıkarmasını, vadinin ortasına götürmesini ve oraya bağlamasını söyledi. Uşağına da, silâhını hazırlayıp kimse görmeyecek şekilde evlerin arkasından kendisine getirmesini ve atına yakın bir yere koymasını emretti. Suraka zırhını giyip silâhını kuşandı. Atına bindi. Kureyş'in koyduğu mükâfatı başkası kazanmadan Muhammed'e yetişmek için hızla gidiyordu... Suraka ibn-i Maiik, kabilesinin sayılı süvârilerindendi. Uzun boylu, büyük kafalı, iyi iz süren ve yollardaki tehlikelere karşı dayanıklı birisiydi. Bütün bunlardan başka o, akıllı, zeki ve şâirdi. Atı da çok değerliydi. Suraka yola koyuldu, ama az sonra atı tökezledi. Atın sırtından yere yuvarlandı. Bunu bir uğursuzluk sayıp: «— N'otuyor? Kahrolasica at!» dedi. Ata tekrar bindi. Biraz gitti ama atı tekrar tökezledi. Uğursuzluk fazlalaşmıştı. Dönmeye niyetlendi ama yüz deveye kavuşmak arzusu onu geri dönmekten vazge-çirdi. Suraka atının tökezlediği yerden çok uzaklaşmadan, Muhammed'i ve yanındakileri gördü. Elini yayına uzattı ama eli yerinde donmuştu. Çünkü atının ayaklan yere gömülmüştü. Atın önünden duman yükseliyor her ikisinin de gözlerini kapatıyordu... Atı sürmek istedi ama sanki o, demir çivilerle çivilenmiş gibi yere çakılıp kalmıştı. Rasûlüllaha (s.a.v.) ve arkadaşlarına dönüp yalvaran bir sesle; «—Hey! Siz ikiniz! Atımın ayaklarını kurtarması için Rabbinize dua edin... Söz veriyorum, sizi yakalamaktan vazgeçeceğim». Rasûlüllah (s.a.v.} onun için dua etti ve Allah atının ayaklarını kurtardı. Ancak iştahı yeniden kabarmakta gecikmedi. Atını onlara doğru sürdü ama bu defa atının ayakları öncekinden daha fazla kuma gömüldü. Onlardan yardım isteyerek şöyle dedi: «— Azığım, eşyam ve silâhım senin olsun. Allah için söz veriyorum, arkamdan gelenleri sizi takip etmekten vazgeçîreceğim...» Onlar: «— Bizim senin azığına, eşyana falan ihtiyacımız yok. Sen sadece başkalarını bizim peşimizden gelmekten vazgeçir» dediler. Rasûlüllah (s.a.v.) onun için yine dua etti ve atı kurtuldu. Dönmeye niyetlendiği sırada Suraka şöyle seslendi: «— Yavaş olun da sîzinle konuşayım. Vallahi, artık size benden bîr kötülük gelmez». «— Bizden ne istiyorsun?» dediler. Ey Muhammed Ben, senin dininin üstün geleceğini ve senin davanın büyüyeceğini biliyorum. Toprakların içinde sana geldiğimde bana güzel davranacağına söz ver ve bunu benim için yaz...» Rasûlüllah, (s.a.v.) Ebû Bekir'den yazmasını istedi. O da kemik bir levha üzerine yazıp ona verdi. Ayrılmak üzereyken Rasûlüllah (s.a.v.) ona : — Suraka! Kisra'nın bileziklerini taktığın zaman kimbilir nasıl keyiflenirsin?» dedi. Suraka dehşet içinde: Hürmüzün oğlu Kisra'nın mı?» Evet... Hürmüzün oğlu Kisra'nın». Suraka geldiği yoldan geri döndü. Halkın, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) sormaya geldiklerini görünce, onlara şöyle dedi: «— Dönünüz. Ben buraları karış karış aradım. Benim yanılmayacağımı siz de bilirsiniz». Suraka'nın sözü üzerine onlar da geri döndu. Muhammed ve arkadaşlarıyla ilgili bu hadiseyi, onların Medîne'ye varmış olduklarına ve Kureyş'in kötülüğünden emin bir yerde olduklarına kesin kanaat getirinceye kadar gizledi. Ebû Cehil, Suraka'nın Rasûlüllah'la (s.a.v.) başından geçen olayı ve ona karşı davranışını duyunca, onunla döğüşmemesinden, korkaklık göstermesinden ve fırsatı kaçırmasından dolayı onu azarladı. Suraka, onun azarlamasına şöyle cevap verdi: «— Ebû Hakem! Eğer atımın ayaklannm kuma nasıl gömüldüğünü görseydin, hiç şüphe etmeden Muhammed'in bir Peygamber olduğunu ve ona kimsenin karşı koyamayacağını kabul ederdin». Günler birbirini kovaladı... Mekke'den kovulmuş olarak ve gece karanlığında gizlice çıkan Muhammed, aynı yere binlerce beyaz kılıç ve siyah mızrak arasında bir fetih lideri olarak dönüyordu... Yeryüzünü kibir ve gururla dolduran Kureyş ileri gelenleri, korka korka, yürekleri hoplayarak ve merhamet dileyerek onun yanına geliyorlar: «— Acaba bize nasıl davranacaksın?» diyorlar. O da peygamber cömertliğiyle: «— Gidiniz. Sizler serbestsiniz...» diyordu. Suraka ibn-i Malik de devesini hazırladı. On sene önce Rasûlül-lah'ın (s.a.v.) kendisi için yazmış olduğu belgeyi de yanına alarak, müslüman olduğunu huzurunda açıklamak için Rasûlüllah'a {s.a.v.) gitti. Suraka kendisi anlatmaktadır: «— El-Ci'rane'de Peygamber'e yetiştim, bir Ensar birliğine katıldım. Onlar, mızrakların saplarıyla bana vurmaya başladılar. Şöyle diyorlardı: —Defol, defol. Sen ne arıyorsun?! Safların arkasından ilerleyerek Rasûlüllah'ın yanına yaklaştım. Devesinin üzerindeydi. Belgeyi kaldırdım. — Ya Rasûlallah! Ben Suraka ibn-i Malik. Bu da senin bana verdiğin belge, dedim. Rasülüllah (s.a.v.) : — Yaklaş bana Suraka! Yaklaş.., Bugün sözünü yerine getirme ve iyilik günüdür... Böylece ben onun iyiliğine nail oldum». Suraka ibn-i Malik'in Rasûlüllah'la (s.a.v.) görüşmesinin üzerinden birkaç ay geçtikten sonra, Rasülüllah (s.a.v.) Rabbine kavuştu... Suraka çok üzüldü. Yüz deve İçin onu öldürmeye niyet ettiği gün gözünün önüne geldi. Dünyanın bütün develeri şimdi onun yanında Rasûlüllah'ın (s.a.v.) tırnağı kadar olamazdı. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) : «— Suraka! Kisra'nın bileziklerini taktığın zaman kimbîlir nasıl keyiflenirsin?» sözünü tekrar edip duruyordu. Çünkü bundan hiç şüphesi yoktu. Günler yine birbirini kovaladı ve Hz. Ömer halife oldu. Onun zamanında müslüman askerleri fırtına gibi' İran'a doğru estiler. Kaleleri yıkmağa, orduları yenmeye, tahtları sarsmaya ve ganimetler elde etmeye başladılar. Nihayet Allah, Kisraların devletine onların eliyle son verdi... Ömer'in halifeliğinin sonlarına doğru bir gün Sa'd ibn-i Ebî Vakkas'm adamları, Halife'ye müjdesini vermek üzere Medine'ye geldiler... Müslümanların beytütmaline, Allah yolunda savaşanların elde ettiği ganimetlerin beşte birini getiriyorlardı... Ganimetler önüne konulunca Ömer dehşetle onlara baktı... Ganimetler içinde Kisra'nın inciden tacı, altın ipliklerle dokunmuş elbiseleri, kıymetli taşlar dizili kemeri, benzeri görülmemiş iki bileziği ve sayılmıyacak kadar kıymetli eşyalar vardı. Ömer elindeki sopayla bu değerli hazineyi karıştırmaya başladı... Sonra etrafındakilere dönüp: «— Bunları teslim edenler pek emin kimselerdir...» O sırada orada bulunan Hz. Ali şöyle cevap verdi: «— Sen namuslu oldun, halkın da namuslu oldu yâ Emîralmü'mi-nin! Eğer sen yeseydin, mutlaka onlar da yerlerdi...» Bu arada Hz. Ömer Suraka ibn-i Malik'i çağırdı ve ona Kisra'nın gömleğini, pantolonunu, çizmelerini ve diğer elbiselerini giydirdi. Kisra'nın kılıç ve kemerini de taktı, basma tacını koydu... Bileziklerini taktırdı... Evet bileziklerini. Bu sırada müslümanlar: «— Allahu ekber.,. Ailahu ekber... Allahu ekber.. dediler. Ömer Suraka'ya döndü: «— Vay vay vay... Şuna bak... Başında Kisra'nın tacı ve kollarında bilezikleri olan Benî Mudlicli bir bedevicik!» Daha sonra başını gökyüzüne kaldırıp: «— Allah'ım! Bu malları, Rasûlüne verdin. Onu benden daha çok severdin. O, senin yanında daha değerliydi... Ebû Bekir'e de verdin. Onu benden daha çok severdin ve senin yanında daha değerliydi,.. O mâlı bana da verdin ama onu, beni cezalandırmak için vermiş olmandan sana sığınırım...» Malları müstümanlar arasında taksim etmeden oturduğu yerden ayrılmadı.
|
1120 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |