Bugünkü kullanılan şekilde bir tesbih Asr-ı Saadette yoktu. Tesbih Hakkında bilmedikleriniz. Maddi kilitlerin kendilerine münasip anahtarları olduğu gibi manevi kilit hükmünde bazı sırların da kendilerine münasip ölçülerde anahtarları vardır. Kilide göre anahtarı kullanmadınız mı muvaffak olamazsınız. Mesela sizin e- mailinizin bir şifresi vardır. O şifreyi yanlış girdiğiniz takdirde – mail kutunuza giremezsiniz. İşte bazı ilahi sırların açılabilmesi için belirli sayıda tesbihin veya salavatın çekilmesi gerekir. Bu sayı kasten çekilmez ise o ilahi sırra erişilmesi mümkün değildir. Fakat sehven yani unutarak yanlış çekilmiş ise Cenab-ı Hakkın rahmeti sizden onu kabul etmektedir. O ayrı meseledir. Tesbihatın nasıl yapılacağı, hangi dua ve tesbihlerin okunacağı bizzat Peygamberimiz (a.s.m.) tarafından tesbit edilmiştir. Hz. Sevban’dan gelen bir rivayete göre, Resulullah (a.s.m.) namazdan çıktığı zaman üç defa istiğfar eder, “Estafirullah” derdi.1 Bu istiğfarı “Estafirullahe’l-azime’l-kerime’llezi la İlahe İlla hu. el-Haylü’l-Kaymumü ve etubü İleyh” şeklinde söylemek de mümkündür. Farz ve sünnetleri kılıp tesbihatta, önce Ayetelkürsi, İhlas, Felak ve Nas surelerini okduktan sonra 3 defa “Sübhanallah,” 3 defa “Elhamdülillah” ve 33 defa “Allahü Ekber” denir. Sonra da, “La İlahe İllallahü Vahdehu...” duası okunur ve duaya geçilir. Hadiste ve diğer fıkıh kitaplarında Ayetelkürsi okunduktan sonra tesbihe ve insanın üzerine üflemek gibi birşey yoktur. Ancak Resul-i Ekrem Efendimiz yatağa girmeden önce yukarıda geçen sureleri okuduktan sonra avucuna üfler, elinin yetiştiği yere kadar bütün vücudunu meshederdi. Fakat tesbihat anında böyle bir durum bulunmamaktadır. Bilindiği gibi, namaz tesbihatı çoklukla tesbihle yapılmaktadır. Böylece zikir kelimelerinin sayısı hususunda yanılma ihtimali, eksik veya fazla yapma durumu ortadan kalkmış olmaktadır. Ancak bugünkü kullanılan şekilde bir tesbih Asr-ı Saadette yoktu. Peygamberimiz sağ parmaklarının boğumlarıyla tesbih çekerdi.2 Ayrıca çakıl taşları ve hurma çekirdekleri ile tesbih kelimelerini sayanları da men etmemiştir. Cennetle müjdelenen on Sahabiden birisi olan Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas, Resulullah (a.s.m.) ile beraber bir kadının yanına gittiklerini, kadının önünde hurma çekirdekleri veya çakıl taşları bulunduğunu ve kadının tesbihi onlarla saydığını bildirdikten sonra, Resul-i Ekremin bu kadının hareketine müdahale etmediğini söylemektedir.3 Peygamberimizin bu hareketi sünnetin bir başka nev’i olan takriri sünnete girmektedir. O hareketi hoş karşıladığını göstermektedir. Diğer taraftan Hz. Ebu Hüreyre’nin, tesbihini bir ipliği düğümleyerek yaptığı da rivayet edilmektedir. Bugünkü şekliyle kullandığımız tesbih ise ancak Hicri beşinci asırda yaygın hale gelmiş bulunmaktadır. Abdullah bin Amr ise, “Resulullahın (a.s.m.) tesbihi, sağ elinin boğumlarıyla saydığını gördüm”4 demektedir. Tesbihleri doğru olarak yapabilecek kimselerin eliyle tesbih çekmesi daha faziletlidir. Ama arzu edenler 33’lü veya 99’lu tesbihlerle de bu ibadeti yapabilirler. Tesbihi göbekten yukarı veya aşağı tutarak çekmek arasında da bir fark yoktur. Söylenen tesbih miktarlarına gelince; bu hususta değişik rivayetler vardır. Bu rivayetlerden bir kısmı tesbih miktarlarının 11’er, bir kısmı 25’er, bir kısmı da 10’ar sefer söylenmesi hakkındadır.5 Fakat, 3’er defa söylenmesi hakkında rivayet edilen hadisler daha çoktur. Kadı İyaz gibi hadis ve fıkıh uleması bu rivayeti tercih etmiş ve buna göre amel edilmesini uygun görmüşlerdir. Bu mevzudaki hadis-i şeriflerin şerh ve izahında bu sayıların hikmeti hakkında bilgiler verilmektedir. Mesela, İmam Ayni bu hususta şöyle demektedir: “Zikrin otuz üç adet yapılmasının tavsiye buyurulması, bu sayı üçe çarpıldığı zaman doksan dokuz ettiği içindir. Bu miktar ile zikirde bulunan kimse Allah’ı doksan dokuz ismiyle zikretmiş gibi olur.” Hadiste belirtilen adetlerden az veya çok tesbih veya tahmidde bulunanların vaad edilen sevaba nail olup olamayacakları meselesi ise; bir kısım ulema istenilen adetten fazla söylendiği zaman, fazlalıklar sevabı gidermez derken, bazı ulema da “ziyade veya noksan kasden yapılırsa vaad edilen sevap hasıl olmaz. Çünkü bu adetlerin bir hikmet ve hassası bulunur da adet noksan bırakılmak veya ziyade edilmek suretiyle bu hikmet ve hassa kaybolur” demektedirler. Bunun için tesbihleri 33’lerden eksik yapmamaya gayret etmeli, 33’ten fazla söylenince de sevap ve hikmeti kayboldu diye endişeye kapılmamalıdır. Çünkü, rüku ve secde tesbihlerini 3’ten 7’ye kadar söylemek de müstehaptır. Burada esas söylenmesi gereken ve tavsiye edilen 3’er defa söylemek ise de, 5 ve 7 defa söylemek de caiz ve müstehaptır. Namaz tesbihatını tek başına yapmak mümkün olduğu gibi, cemaat halinde ifa etmek de mümkündür. Cemaatle kılınan namazlardan sonra bu tesbih ve duaları müezzinin iştirakiyle cemaat de hep birlikte yapar ki, fazilet ve sevabı bakımından daha güzel ve daha isabetlidir. Namaz tesbihatının cemaat halinde yapılmasının sünnette yerinin olup olmadığına gelince, Resul-i Ekrem Efendimiz toplu halde yapılan zikir, dua ve ibadetleri her seferinde teşvik etmiş; Sahabilerini toplu halde sohbet eder, zikreder ve ibadet eder halde görürse memnun olmuş ve onlara bazı müjdeler vermiştir. Hz. Muaviye’nin rivayetine göre, birgün Peygamberimiz (a.s.m.) SAhabilerden bir kısmının bir halka teşkil ederek oturduklarını gördü. Yanlarına vardı ve sordu: “Ne maksatla bir araya gelip burada oturdunuz?” Onlar, “Bize İslam gibi bir din bahşeden ve bu yolla bizi imtihana tabi tutan Allah’ı zikretmek ve ona hamdetmek için oturduk” dediler. Peygamberimiz bir defa daha sorup, onlardan yeminli bir cevap aldıktan sonra şöyle buyurdu: “Sizi suçlamak için yemin ettirdiğimi sanmayın. Lakin şu var ki; bana Cibril geldi, Aziz ve Celil olan Allah’ın meleklerine karşı sizinle iftihar ettiğini haber verdi.”6 Görüldüğü gibi, Peygamber Efendimiz, namazdan sonra olmasa da, herhangi bir vesileyle bir araya gelip zikir ve tesbihle meşgul olan mü’minleri bile medhetmiştir. Her ne kadar namaz tesbihatı Peygamberimizin (a.s.m.) zamanında cemaat halinde toplu olarak yapılmamış olsa dahi, daha sonraki müçtehid imamlar zamanından itibaren her namaz kılanın rahatlıkla yapabilmesi ve zikrin sevabından mahrum kalmaması için cemaat halinde yapılmasının daha faydalı olacağı esas olarak benimsenmiştir. Cemaatle kılınan namazlardan sonra, cemaatin bulundukları yerden ayrılarak sünneti ve tesbihi mümkünse değişik yerlerde yapmaları müstehaptır. İbni Abidin’de geçen bir rivayete göre, böyle yapmanın sünnet olduğu da söylenir. Farzlardan sonra saffı bozmak bütün beş vakit namazlar için bahis mevzuudur. Sabah ve ikindi namazı hakkında herhangi bir ayırım gözetilmemiştir. Farzdan sonra saffı bozmaktan maksat, namaza sonradan yetişenlerin hala farz kılındığını sanmamaları içindir. Farzdan sonra sünnetin değişik mahalde kılınması, cemaatle kılınan namazlarda da müstehaptır. Mahşerde, seccade ve yerin namaz kılana şehadet edeceği rivayet edilmektedir. Bunun için, ne kadar çok yere secde edilirse o kadar mahel insana hüsn-ü şehadet ederler. Çünkü öbür alemde bütün varlıklar şuurludur ve Allah’ın dilemesiyle konuşurlar. Farzdan sonra sünneti ve duayı değişik yerlerde tamamlamak müsait olmadığı takdirde, bulunulan yerde tamamlamanın caiz olacağını belirten görüşler de mevcuttur.7 Dipnotlar: 1. Müslim, Müsafirin: 135. 2. Tirmizi, Daavat: 25. 3. Ebu Davud, Vitir; 24. 4. Tirmizi, Daavat: 24. 5. Nesei, Sehv:91-96. 6. Müslim, Zikir: 40. 7. el-İmam Alaüddin el-Kasani. Bedaiü’s-Sanai. (Beyrut: Darü’l-Kitabi’l-Arabi, 1402-1982), 1:160; İbni Abidin, 1:356. KaynakRisale Ajans |
1310 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |