• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://www.facebook.com/medyaparis
  • https://twitter.com/medyaparis
EBÛ SUFYAN İBNU'L-HARÎS'ASHABIM GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİDİR,(H.Ş.) Her hafta bir sahabinin hayatını konu alıyoruz.

Ebû Sufyan İbnu'l-Harîs   Cennet'teki gençlerin  efendisidir».[1]

Muhammed l'bn Abdiilah'İa Ebû Sufyan İbnu'l-Haris arasındaki gi­bi, İki şahıs arasında sağlam ilgi ve bağlar bulunması pek azdır.

Ebû Sufyan Rasûlüllah'm (s.a.v.) yaşıt ve akranlarındandı. Onlar birbirine yakın bir zamanda doğmuşlar ve aynı aile içinde büyümüş­lerdi,

Ebû Sufyan Peygamber'in öz amca oğluydu. Ebû Sufyan'ın babası Harîse Resûlüllah'ın (s.a.v.) babası Abdullah; Abdulmuttalib'in soyun­dan gelen iki kardeştiler.

Ayrıca Ebû Sufyan Peygamber'in süt kardeşiydi. Sa'd kabilesine mensup Halîme hanımefendi onları birlikte emzirmişti.

Bütün bunlardan başka o peygamberlik gelmeden önce Rasûlül-lah'ın (s.a.v.) samimi dostuydu ve ona en çok benzeyen kimseydi.

Bu duruma göre, siz Muhammed'ie Ebû Sufyan İbnu'l-Haris, ara-sındakinden daha sağlam ve daha yakın bir ilgi gördünüz mü veya duydunuz mu?

Onun için, Ebû Sufyan hakkında zannedilen; onun, Rasûlüflah'ın (s.a.v,) davetini en önce kabul edenlerden ve onun yoluna en çabuk uyanlardan olmasıdır

Halbuki durum, umulanın tam tersine olmuştur.

Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) davetini açıklayıp yakınlarını uyarınca, Ebû Sufyan'ın içinde Rasûlüllah'a (s.a.v.) karşı intikam ve kötülük ateş­leri parladı. Dostluk, düşmanlığa, ilgi ilgisizliğe, kardeşlik, yüz çevir­meye dönüştü.

Rasûlüllah fs.a.v.) Rabbinin emrini açıkladığı sırada Ebû Sufyan İbnu'l-Haris, Kureyş süvarilerinin en meşhuru ve şairlerinin en önemlisiydi.

Mızrağını ve dilini, Rasûlüllah'la (s.a.v.) kavga ve onun davet et­tiğine düşmanlık için ortaya koymuştu. Bütün enerjisini İslâm ve müslüınanlarla mücadeleye vermişti.

Kureyş Peygamber'e karşı harp açmışsa, mutlaka onun tutuşturu-cusu Ebû Sufyan olurdu, Müslümanlara bir kötülük gelmişse, ondaki büyük pay yine Ebû Sufyan'a ait olurdu.

Ebû Sufyan şiir şeytanını uyandırmış ve dilini Rasûlüllah'i (s.a,v,j yerip kötülemede kullanmıştı. Onun hakkında kötü ve incitici sözler söylemişti.

Ebû Sufyan'ın Peygamber'e düşmanlığı yirmi seneye yakın sür­dü. Bu süre içinde, Rasûlüllah'a (s.a.v.) kurmadığı tuzak, müslüman-lara karşı  işlemediği günah çeşidi kalmamıştı.

Mekke'nin fethinden az önce, Ebû Sufyan'a müslüman olmak nasîb oldu. Onun İslâm'a girişine dair, siyer kitaplarının hafızasında tut­tuğu ve tarih  kitaplarının  naklettiği  enteresan bir hikâye vardır.

İslâm'a giriş hikâyesini anlatmasını o şahsın kendisine bırakalım.. Çünkü onu en iyi anlatacak olan odur...

Ebû Sufyan anlatmaktadır :

«— İslâm'ın durumu düzelip kuvvetlenince; Rasûlüllah'ın (s.a.v fethetmek için Mekke'ye yürüdüğüne dair haberler yayılmıştı. Geniş­liğine rağmen yeryüzü artık bana dar gelmişti. Şöyle dedim :

«— Nereye gideyim? Kiminle arkadaşlık edeyim? Kiminle bera­ber olayım?»

Daha sonra karıma ve çocuklarıma gelip :

«— Mekke'den çıkmaya hazırlanın, Muhammed'in gelmesi yakın. Onlar beni yakalarlarsa, mutlaka öldürülürüm». Bana şöyle cevap ver­diler :

«— Senin için, arap ve arap olmayanların Muhammed'e eğmiş olduklarını ve onun dinine kucak açtıklarını görme vaktin gel­di. Onun kuvvetlenmesine ve muzaffer olmasına en çok senin sevin­men gerektiği halde, hala sen ona düşmanlıkta ısrar ediyorsun».

Böylece beni devamlı Muhammed'in dinine girmeye teşvik edi­yorlardı.

Nihayet Allah göğsümü  İslâm'a açtı.

Hemen kalktım. Kölem Mezkur'a bana birkaç deve ve bir at ha­zırlamasını söyledim. Oğlum Cafer'i de yanıma aldım. Mekke'yle Medîne arasındaki Ebva'ya doğru hızla ilerlemeye başladık.

Oraya yaklaştığımda, hiç kimsenin tanımaması için ve Peygam-ber'e ulaşmadan ve müslüman olduğumu huzurunda açıklamadan öl­dürülmeyeyim diye kılık değiştirdim.

Bir mil kadar yaya yürüdüm. Çünkü müslümanlarin öncü kuvvet­leri grup gurup Mekke'ye doğru gidiyorlardı. Onlardan korktuğumdan ve Muhammed'in taraftarlarından birinin beni tanımaması için yoldan ayrı  yerlerden  gidiyordum.

Ben bu haldeyken, Peygamber askerleri arasında çıka geldi. Ben de ortaya çıkıp ona doğru yürüdüm. Yüzümü açtım. Beni görüp tanı­yınca hemen yüzünü başka tarafa çevirdi. Ben de yüzünü çevirdiği ta­rafa geçtim. Yine benden yüzünü çevirdi. Ben yine yüzünü çevirdiği tarafa geçtim. Birkaç defa böyle yaptı».

«Peygamber'in yanına geldiğimde, onun benim müslüman olma­ma sevineceğinden, dolayısıyla ashabının da memnun olacağından şüphe etmiyordum.

Fakat Müslümanlar Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yüz çevirdiğini görünce, onlar da surat asıp benden yüz çevirdiler.

Ebu Bekr'Ie karşılaştım, sert bir şekilde benden yüz çevirdi. Kal­binin yumuşamasını ister bir şekilde Ömer İbnu'I-Hattab'a baktım, onun da arkadaşından daha sert bîr şekilde yüz çevirdiğini gördüm.

Üstelik Ensar'dan birini benim üzerime kışkırtmıştı. Ensar'lı şöyle dedi :

«— Ey Allah'ın düşmanı! Sen Allah'ın Rasûlüne ve sahabilerine eziyet ediyordun. Peygamber'e düşmanlıkta ünün  dünyanın doğu ve batısına ulaştı». Bana devamlı hakaret ediyor ve sesini yükseltiyordu. Müslümanlar da bana dik dik bakıp karşılaştığım mumeleye memnun oluyorlardı.

Bu sırada amcam Abbas'ı gördüm. Hemen ona sığındım ve ona şöyle dedim :

«— Amca! Akrabası olduğum için ve kavmim içindeki şerefli mevkiinden dolayı, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) benim müslüman oluşuma se­vineceğini umuyordum. Benden hoşnut olması için onunla konuş». Am­cam şöyle cevap verdi :

«— Hayır vallahi! Onun senden yüz çevirdiğini gördükten sonra bir fırsat doğmadıkça, onunla alsa konuşmam. Çünkü ben Rasûlüllah'a (s.a.v.) saygı gösterir ve ondan korkarım». Dedim ki :

«— Amca! Öyleyse beni kime bırakıyorsun?!» Şöyle cevap verdi :

«—Sana söylediklerimin dışında yapabileceğim birşey yok». Be­ni bîr üzüntü ve keder almıştı. Az sonra amca oğlum Ali İbn Ebu Ta-lib'i gördüm. Durumumu ona da anlattım O da amcamız Abbas'm sö­zünü tekrarladı.

Yine amcam Abbas'a gittim. Ona :

«—Amcam! Madem Rasûlüllah'ın kalbinde bana.karşı bir sama uyandıramıyorsun, bari bana hakaretler yağdıran ve herkesi b na hakarete teşvik eden şu adama mani ol» dedim.

«— Bana o adamı tarif et» dedi. Adamı ona tarif edince

«— Bu, Nuayman İbnu'l-Haris en-Neccari'dir» dedi ve ona şu ha-ben gönderdi  :

«— Nuayman! Ebu Sufyan Rasûlüllah'm [s.a.v.) amca oğludur, be­nim de kardeşimin oğludur. Her ne kadar bugün RasûSüllah (s.a.v.) ona kızgınsa da, bir gün ona olan kızgınlığı geçecektir. Ona hakaret et­mekten vazgeç». Bu konuda ısrar edince, bana hakaret etmekten vaz-geçip şöyle dedi :

«— Artık onun karşısına çıkmayacağım».

«Rasûlüllah (s.a.v.) Cahfe'de konakladığında, kaldığı yerin kapısı önüne oturdum. Oğlum Cafer de yanımda ayakta duruyordu. Rasûlüllah  (s.a.v.) —dışarda— beni görünce, yine benden yüzünü çevirdi. Onun gönlünü yapmaktan ümidimi kesmemiştim. Her ne zaman bir yerde konaklasa, kapısının önüne oturuyordum. Oğlum Cafer'i de önümde durduruyordum. Ama o, beni görünce yüz çeviriyordu.

Bir müddet böyle yaptım. Bu hal bana zor gelip canım sıkılınca Karıma şöyle dedim :

«— Vallahi, Rasûlüllah (s.a.v.) mutlaka benden hoşnut olacak yok­sa şu oğlumun ellerinden tutup açlık ve susuzluktan ölünceye kadar toprakta yüz üstü sürüneceğim». Rasûlüllah (s.a.v.) bunu duyunca ba­na acıdı. Konakladığı yerden çıkınca, öncekinden daha yumuşak bir şe­kilde baktı. Onun gülümsemesini beklemeye başladım».

«Rasûlüllah (s.a.v.) Mekke'ye girdiğinde, ben de onun yanınday­dım.  Mescide gittiğinde, ben de önünde koşuyordum,

Huneyn savaşında araplar Peygamberle savaşmak için o güne kadar hiç görülmemiş bir ordu topladılar. Onunla karşılaşmak için da­ha önce öylesini yapmadıkları bir hazırlık yaptılar. Onlar İslâm'ın ve müslümanların İşini bitirmeye karar vermişlerdi

Rasûlüllah (s.a.v.) onlarla karşılaşmak için ashabıyla birlikte çıktı. Müşrik topluluğunu görünce kendi kendime şöyle dedim :

«— İşte bugün geçmişte Rasûlüllah'a (s.a.v.) yaptığım bütün düş­manlıkların kefaretini ödeyeceğim. Peygamber benden; Allah'ın ve kendisinin hoşnut olacağı şeyleri görecek».

İki topluluk karşılaştı ve müşrikler müslümanları bozguna uğrat­tılar. Müslümanlar Peygamberin etrafından dağılmaya başladılar. Nerdeyse yenilmek üzereydik.

Peygamber ise, doru renkli katın üzerinde sanki yıkılmayan bir dağ gibi savaş alanının ortasında kalmıştı. Kılıcını kınından çıkararak. kendini ve kükremiş aslanlar gibi etrafında çarpışmakta olanları müdaafa ediyordu. İşte o anda kısrağımdan atlayıp kılıcımın kınını kır­dım. Allah biliyor, Rasûlülfah'ın (s.a.v.) önünde ölmek istiyordum. Am­cam Abbas, Peygamber'in katırının yularını tutmuş, yanında duruyordu.

Ben de öbür tarafta yerimi aldım. Sağ elimde kılıcımla Rasûlüllah'ı (s.a.v.) koruyor, solumla da özengisini tutuyordum.

Peygamber benim gösterdiğim gayreti görünce, amcam Abbas'a :

 «— Bu kim?» dedi. O da :

«— Bu senin kardeşin ve amca oğlun Ebu Sufyan İbnu'l-Haris'tir. Ona kızma artık ya Rasûlallah!» dedi. Rasûlüİlah (s.a.v.) :

«— Tamam. Allah onun bana yaptığı bütün kötülükleri affetsin dedi.

Rasûlüllah'ın (s.a.v.) benimle barışmasından dolayı adeta uçuyor­dum. Üzengideki ayağını öptüm. Bundan sonra bana dönüp şöyle dedi

«— Kardeşim! Yürü, döğüşmeye devam et».

Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sözleri benim hamaset duygularımı coştur­du. Müşrikleri yerlerinden oynatan bir saldırıya geçtim. Diğer müstü-manlar da benimle birlikte saldırıya geçtiler. Nihayet onları bir fersah kadar geri püskürtüp her tarafa dağıttık.

Ebu Sufyan, Huneyn'den İtibaren Peygamber'in onunla barışması ve konuşması sebebiyle hayatını memnun bir şekilde geçirdi. Ama Rasûlüllah'la (s.a.v.) olan geçmişinden utandığı için bir daha gözlerini kaldırıp onun yüzüne bakamadı.

Ebu Sufyan cahiliyyede Allah'ın nurundan uzak ve onun Kitab'ın-dan mahrum olarak geçirdiği kara günlerden dolayı pişmanlık duyu­yordu. Bunun üzerine, ayetlerini gece gündüz okumak, hükümlerini an­lamak ve öğütlerinden ders almak üzere Kur'ân'a sarıldı.

Dünyadan ve çiçeklerinden yüzçevirip, bütün organlarıyla Allah'a yöneldi. Bir defasında Rasûlüllah (s.a.v.) onu mescide girerken gör­dü ve Aişe'ye :

«— Bunun kim olduğunu biliyor musun, Aişe?» dedi. Aişe «— Hayır, ya Rasûlallah!»

«— O, amca oğlum Ebu Sufyan İbnu'l-Haris'tir. Bak, mescide ilk defa o giriyor ve en son o çıkıyor. Gözünü de ayağının ucundan ayır­mıyor».

Rasûlüllah (s.a.v.) vefat edince, Ebu Sufyan İbnu'lHaris ona, an­nenin biricik yavrusuna üzüldüğü gibi üzüldü. Sevgilinin sevgiliye ağ­ladığı gibi ağladı. Üzüntü, tasa, hasret ve inleme dolu güze! bir mer­siye söyledi.

Hz. Ömer'in Halifeliği zamanında Ebu Sufyan ecelinin yaklaştığını farkedip kabrini kendi eliyie kazdı.

Bunun üzerine üç günden fazla geçmeden ruhunu teslim etme anı geldi. Sanki o, ölümle randevulaşmişti. Hanımı ve çocuklarına dönüp şöyle dedi.

«— Benim için ağlamayın. Vallahi, müslüman olduğumdan beri hiç günah işlemedim...» Bundan sonra temiz ruhunu teslim etti. Na­mazını Ömer'ul-Faruk kıldırdı. Ömer ve Sahabe-i kiram onun ölümüne çok üzüldüler. Ölümünü, İslâm'ın ve müslümanların başına gelen bü­yük bir bela saydılar.

 

.

www.camiye.com

  
996 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın