Ümmü Eymen (r.a) 'Her hafta bir sahabinin hayatını konu alıyoruz.' Ümmü Eymen radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin dadısı... Annemden sonra annem” diye hürmet ve iltifat gören, hayatta iken cennetle müjdelenen, fedakâr bir hanım anne... Fahr-i Kâinat Efendimizin babası Abdullah’ın câriyesi... O, Habeşistan’lıdır. Asıl adı Bereke binti Sa’lebe’dir. “Ümmü Eymen” künyesiyle meşhurdur. O, ilk defa Hazrecoğullarından Ubeyd İbni Zeyd ile evlendi. Eymen adında bir oğlu oldu. Bu ilk çocuğuna nisbetle “Ümmü Eymen” diye künye aldı. Ümmü Eymen uzun yıllar sevgili peygamberimizin babası Abdullah’ın câriyesi olarak peygamber ocağının hizmetlerini gördü. Onun vefatından sonra da aynı evde kaldı. Artık hem anne Âmine’nin, hem de varlık Nuru Muhammed’in yardımcısı oldu. O, hizmetli, şefkatli ve sevgi dolu bir gönle sâhipti. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz beş-altı yaşlarında iken annesi Hz. Âmine (r.anhâ) Ümmü Eymen’i de yanına alarak birlikte Medine’ye doğru bir yolculuğa çıktılar. Hem kocası Abdullah’ın kabrini, hem de dayızâdelerini ziyaret etmek istediler. Bir ay kadar Medine’de kaldılar. Ümmü Eymen becerikli, işbilir bir hanımdı. Candan hizmetiyle kendini sevdirmişti. Varlık Nuru Muhammed’in üzerine titriyor ve gözünü ondan ayırmıyordu. Onu yabancı gözlerden, kötü niyetli insanların bakışından korumağa çalışıyordu. Birgün başına şöyle bir hâdise geldi. Kendisi şöyle anlatır: “Birgün Yahûdî âlimlerinden iki kişi yanıma geldi. Ahmed’i yanımıza çıkar da bir görelim dediler. Ben de o nur Ahmed’i yanlarına çıkardım. Çocuğu uzun uzun süzdüler. Her tarafına baktılar. Sonra şunları söylediler: “Bu çocuk beklenen son peygamber olsa gerek. Burası da onun hicret edeceği yer. Bu memlekette çok büyük savaşlar olacak, büyük hâdiseler vukû bulacaktır.” dediler. Ümmü Eymen bir annenin üzerine titrediği gibi yavrusuna dikkat ediyordu. Ona bir zarar vermelerinden korkmağa başladı. “Sevgili oğlunun” yanından hiç ayrılmamaya çalıştı. Nihayet Mekke’ye dönmeğe karar verdiler. Üç kişilik kafile Medine’den ayrılıp Mekke’ye doğru hareket ettiler. Neşeli bir şekilde yollarına devam ederek Ebvâ köyüne kadar geldiler. Yolda rahatsızlanan Hz. Âmine (r.anhâ) burada biraz istirahat etmek istedi. Fakat hastalığı şiddetlenerek artmaya başladı. Ümmü Eymen bir tarafta Hz. Âmine annemize hizmet ederken yavrucuğu nur Muhammed’den de gözünü ayırmıyordu. Annesinin başucunda oturan geleceğin peygamberi Varlık Nuru Can Ahmed sevgili anneciğinin çektiği ıstırablardan dolayı gözyaşı akıtıyordu. Artık anneciğinden ayrılacağı kanaati kendine gelmeye başladı. Sevgili annesi Hz. Âmine (r.anhâ) da yavrucuğunun yüzüne bakıyor, kendi acılarını unutarak onu düşünüyordu. Nur Muhammed’inden ayrılacağı hissi onu da kaplamıştı. Hastalığı da gittikçe şiddetlenmekteydi. Bir ara gördüğü rüya hatırına geldi. Sevgili yavrusunun nur yüzüne bakarak ona şöyle hitab etti: “Ey mübarek çocuk! Ey dünyaya bulaşmadan bir konup, sonra uçup giden güvercin (Abdullah)’ın oğlu! Baban her şeyin sahibi ve her şeyi bilen Allah’ın yardımıyla oklarla kur’a çekildiği günün sabahı yüz deve karşılığında kurban edilmekten kurtulmuştu. “Yavrucuğum! Eğer rüyada gördüklerim çıkarsa sen bütün insanlığa gönderilecek ve helâl-haramı öğreteceksin. İnsanları hakîkate ve İslâm’a ulaştıracaksın. Baban İbrahim’in dininde olacaksın. Allah seni bütün putlardan ve putperestlikten koruyacaktır. Senin dâvân insanlık durdukça devam edecektir. Her canlı ölecek, her yeni eskiyecek, her yaşlı dünyadan ayrılıp gidecektir. İşte ben de ölüyorum. Fakat adım ebediyyen kalacak. Çünkü arkamda hayırlı ve tertemiz bir evlâd bırakıyorum.” diyerek son sözlerini bitirdi. Sonra ciğerpâresi yavrucuğunu önce Allah’a sonra da dadısı Ümmü Eymen’e emanet etti. Otuz sene gibi kısa bir ömür süren Hz. Âmine (r.anhâ) annemiz çok geçmeden ruhunu Yüce Rabbimize teslim etti. Dünyaya gelirken baba yetimi olarak doğan sevgili Peygamberimiz altı yaşına girerken de anneden ayrılarak öksüz kaldı. Yüce Rabbimiz onu kendisine seçmişti. Kimseye güvenip dayanmasını istemiyordu. Onu hayatın türlü acılarıyla yetiştirerek ahlâkın en zirvesine çıkarmak istiyordu. En kâmil insan, en güzel insan olarak kıyamete kadar gelecek insanlığa “üsve-i hasene” “örnek insan” olması için kendinden başkasına güvenip dayanmasını istemiyordu. “Şüphesiz ki sen en yüce ahlâk üzeresin” (Kalem sûresi: 4) hitabına lâyık kılmak istiyordu. Ümmü Eymen sırtına ağır bir yük yüklendiğinin farkında idi. Bundan sonra o varlık nûruna öyle hizmet etti ki, annesinin yokluğunu hissettirmemeğe çalıştı. Bunun için elinden gelen fedakârlığı göstermeye gayret etti. Varlık nuruna öz evlâdı gibi baktı. Onu bağrına bastı ve şu sözleriyle teselli etti: “Üzülme, ağlama canım Muhammed’im! İlâhî kadere karşı boynumuz kıldan incedir. An da O’nun, mal da. Hepsi bize emânet. O nasıl vermişse öyle alır.” dedi. Hz. Âmine (r.anhâ) Ebvâ köyüne defnedildikten sonra Nur Muhammed’i Mekke’ye götürme vazifesi Ümmü Eymen’e kaldı. Birlikte iki deve üzerinde mahzun ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Mekke’ye ulaştılar. Ümmü Eymen gözyaşları arasında Can Ahmed’i dedesi Abdülmuttalib’e teslim etti. Ümmü Eymen Can Ahmed’e evleninceye kadar candan hizmet etti. Bir anne şefkatiyle onu bağrına bastı. İki Cihan Güneşi Efendimiz de evlendikten sonra fedakâr dadısını hiç unutmadı. Ona her türlü hürmeti gösterdi. Ziyaretini eksik etmedi. Devamlı yardımına koştu. Bir evlâdın annesine göstereceği sevgi ve saygıyı gösterdi. O peygamber olarak gönderilince Ümmü Eymen ona ilk inananlardan oldu. İslâm’a dâvetinde onu yalnız bırakmadı. Ümmü Eymen (r.anhâ) ilk müslümanların çektiği sıkıntıları, çileleri çekti. Fakat aslâ imanından taviz vermedi. Habeşistan’a ve Medine’ye hicret etti. Sevgili Peygamberimizi yalnız bırakmadı. Kocası Ubeyd İbni Zeyd ile mesud bir hayat yaşıyordu. Huneyn savaşında kocası şehid düşünce dul kaldı. İki Cihan Güneşi Efendimiz her türlü yokluk, çile ve ıstıraplara göğüs geren fedakâr dadısı Ümmü Eymen (r.anhâ)’yı yalnız bırakmak istemedi. Birgün ashâbıyla otururken, “Cennet ehlinden bir kadınla evlenmek isteyen Ümmü Eymen’le evlensin.” buyurdu. Ümmü Eymen (r.anhâ) bu müjdeli haberi duyunca sevincinden gözyaşlarını tutamadı. Cennetlik olmak ne büyük bahtiyarlıktı. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimizin emrini yerine getirmek üzere ilk taleb evlâtlığı Zeyd’den geldi. Zeyd İbni Hârise (r.a) genç idi. Ümmü Eymen (r.anhâ) gibi yaşlı bir hanımla evlenmeye kalkması sadece Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin memnuniyetini kazanmaya yönelikti. Efendimiz fedakâr dadısını genç sahâbisi Zeyd’e nikâhladı. Bu evlilikten İslâm’ın genç kumandanı Üsâme İbni Zeyd (r.a) dünyaya geldi. Ümüm Eymen (r.anhâ) teslim ve tevekkül sâhibi bahtiyar bir hanımdı. En zor durumlarda dahî Cenâb-ı Hak’tan ümidini kesmezdi. Onun yardımının mutlaka kendisine ulaşacağına inanırdı. Hicret ederken Revhâ yakınlarında gecelemişti. Çok susamıştı. Yanında hiç suyu kalmamıştı. Ama Rabbinin kendisini gördüğüne inancı sonsuzdu. Bu inancın bu teslimiyet ve tevekkülün mükâfatını bazen peşin görürdü. İşte bu sefer de Rabbisinin yardımı yetişmişti. Semâdan beyaz iple sarkıtılmış bir kova gördü. Hemen o tarafa koştu. Varınca gördü ki, içi berrak, buz gibi su dolu. Kana kana içti. Tamamen susuzluğu geçti ve rahatladı. Bu vakayı kendisi naklettikten sonra: “Artık bundan sonra bana susuzluk hissi gelmedi. Bir daha susuzluk çekmedim.” dedi. O gözü pek, cesûr, kahraman bir iman fedâisi idi. Allah ve Resûlû yoluna hayatını ortaya koymuştu. Uhud günü İki Cihan Güneşi Efendimizin etrafından dağılanlara pek üzülmüş ve onlara: “Burada iğ var! Bâri onu al da iplik bük! Kılıcını da getir bana ver. Kadınlarla birlikte çarpışayım.” diye serzenişte bulunmuştur. O, Uhud günü diğer hanımlarla birlikte yaralıların tedavisinde çalıştı. Mücâhidlere su dağıttı. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin etrafından ayrılmadı. O bir peygamber âşığı idi. Onunla birlikte sevinir, onunla birlikte üzülürdü. Birgün Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz hasta bir çocuğu kucağına almıştı Çocuk ağır hasta idi. Hep ıstırabından inliyordu. Rahmet Peygamberi Efendimiz çocuğun çektiği acıya dayanamadı ve gözlerinden yaş akıtmağa başladı. Efendimizin bu halini gören Ümmü Eymen de ağlama başladı. Şefkat Peygamberi Efendimiz ona: “Niçin ağlıyorsun?” dedi. O da: “Allah Rasûlü ağlarken ben nasıl ağlamam?” diye cevap verdi. Efendimize olan sevgisini bu davranışıyla göstermiş oldu. Ümmü Eymen (r.anhâ)’nın sevgili Peygamberimizin yanında ayrı bir yeri vardı. Bazen ona şaka ile karışık iltifatta bulunurdu. Fakat o yüce peygamber latîfe yaparken dahi hakîkati ifade ederdi. Onu incitmeden neşelendirirdi. Birgün Ümmü Eymen (r.anhâ) İki Cihan Güneşi Efendimize gelerek: “Bana bir binek temin etseniz.” diye müracaatta bulundu. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz ona: “Seni deve yavrusuna bindireceğim.” buyurdu. Bu nükteyi farkedemeyen Ümmü Eymen (r.anhâ): “Ya Rasûlallah! Yavrunun beni taşımaya gücü yetmez. Hem ben deve yavrusu istemiyorum ki” dedi. Efendimiz tekrar: “Seni ancak bir deve yavrusuna bindireceğim.” buyurdu. O, Rasûlullah (s.a)’in kendisiyle şaka yaptığını zannetti. Fakat Efendimiz bir hakîkati söylemekteydi. Her deve, bir deveden doğması sebebiyle deve yavrusu değil miydi? Ümmü Eymen (r.anhâ) İslâm’ı öğrenme ve öğretme konusunda da çok gayretli idi. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin dâr-ı bekâya uçtuğu günde gözyaşlarını tutamamıştı: “Niçin bu kadar ağlıyorsun?” denildiğinde o: “Ben vahyin kesilmesine ağlıyorum.” demişti. Üzüntüsünde bile İslâmî gayret görülmekteydi. Ümmü Eymen (r.anhâ) üç halife dönemini yaşamış gözü yaşlı, gönlü sevgi, şefkat ve merhamet dolu bir hanım sahabidir. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (r.anhüm) sık sık ziyaretine giderlerdi. Ona lâyık olduğu hürmeti gösterirler, ihtiyaçlarını gidererek hizmet ederlerdi. O da gözü yaşlı bir hanımefendi olduğu için onları görünce hislenir, sevgili peygamberimizi hatırlar ve vahyin kesilmesine ağlardı. Hz. Ömer (r.a)’ın namazda yaralandığını öğrenince yine gözyaşlarını tutamamıştı. Etrafındakiler niçin bu kadar ağlıyorsun? diye sorunca: “Bugün İslâm zayıfladı” demişti. Neşesi, kederi, sevinci, ağlaması hep Allah içindi. Bütün düşüncesi, davranışları, sözleri hep İslâmî gayret ve hassasiyetin bir neticesiydi. Yaşı bir hayli ilerleyen Ümmü Eymen (r.anhâ) Hz. Osman (r.a)’ın halifeliğinin ilk yıllarında rahmete kavuştu. Cenâb-ı Hak’tan onun gibi hassas yürekli, dinî gayrete sahip olabilmeyi ve şefaatlerine erebilmeyi niyaz ederiz. Amin. Mustafa Eriş |
1860 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |